12 Ocak 2013 Cumartesi

Enaniyet Nedir?

Enaniyet seytanın özelliğidir...Enaniyet İnsanı Cehenneme Sürükler...
'Ben' anlamına gelen 'ene' kelimesi Arapçada zamir olarak birinci tekil şahıstır. Enaniyet ise 'Ene' zamirinin masdar ismi olup terim olarak 'benlik ve bencillik, gurur ve kibir, yani kendini beğenmeyi ve nefsini öne çıkarmayı ifade eden bir terimdir. Kur’ân-ı kerimde 'Ene' zamiri nefsi ifade eden bir kelime olarak kibir ve gurur anlamında  taşımaktadır..
Yüce Allah kendi zatı ile ilgili olarak 'Biz Kur’ânı indirdik' (Hicr) 'Sizi rızıklandıran biziz' (İsra) 'Biz biliriz'( İsra),  “Ölüleri biz diriltiriz” (Yasin) ayetlerinde sebeplere de değer vermiş ve “Biz” kelimesini kullanmıştır. “Rabbiniz benim” (Taha) “Ben seçtim” (Taha) ayetlerinde olduğu gibi zatını öne çıkardığı ve sebepleri ortadan kaldırarak doğrudan kendisinin yaptığı işlerde “ben” kelimesini kullanmıştır. Bu ayetlerden anlaşılan husus, insanın kendisini tanıması ve kendisine değer vermesi normaldir. İnsanın kendisini bilmesi ve tanıması varlığı ve kendisi ile beraber varlığı yaratıp bir bütün haline getiren ve ihtiyaç silsilesi ile birbirine bağlayan Allah’ı tanımasına vesiledir. Bunun için “Nefsini  bilen Rabbini bilir” denilmiştir.
Nefis Allah’ı düşünmez, Allah’a kul olmakta uzaklaşır da dünya hayatını gaye ve amaç edinir, daima onun için çalışırsa o zaman nefis hesabına hareket etmiş, benlik ve enaniyetini güçlendirmiş olur. Bu durumda da daima tahribe ve şerre yönelir. Hayal peşinde koşmaya çalışır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “ Allah’ı unutan ve bu sebeple Allah’ın nefislerini unutturduğu kimseler olmayın. İşte fasıklar onlardır” (Haşr, 59:19) buyurarak nefsi Allah’a ve dine hizmette unutanların fasıklar olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Enaniyetin ihlasa verdiği zararları hayatın her aşamasında görebilmek mümkündür. Diğer insanlardan daha büyük olduğu iddiasına kapılan bir insan, bu kimselerden gelecek her türlü eleştiri, uyarı ya da tavsiyeye kapalıdır.
 Karşı taraf kendisinin düşünemediği önemli bir konuyu hatırlatsa bile, üstünlük iddiası ağır basar ve kişi doğru olana teslim olmak yerine yanlış da olsa kendi dediğini savunur. Dolayısıyla da ihlastan uzaklaşmış, adeta nefsinin emrine girmiş olur. Oysaki böyle bir durum karşısında ihlasa uygun olan, kişinin haklı olduğu bir konuda bile karşı tarafın sözüne uyabilmesi, üstünlük sağlama arzusuna kapılmadan teslimiyet gösterebilmesidir. Bunun için gerekli olan ise öncelikle kişinin enaniyete sebep veren benlik duygusunu bir kenara bırakması, nefsini müdafaa etmekten vazgeçmesidir. Ancak o zaman Kuran ruhuna uygun bir tavır gösterebilecek ve ancak o zaman ihlasla hareket edebilecektir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde enaniyetin neden olduğu bu üstünlük sağlama ve haklı çıkma hırsına yönelik en etkili çözümün 'nefse taraftar olmadan müminlerin aklına teslim olmak' olduğunu söylemiştir...
İnsanın elde ettiği başarıları kendinden bilmesi de enaniyetten kaynaklanmaktadır ve ihlası zedeleyen bir tavırdır. Oysa insanlara aklı da yeteneği de veren ancak Allah'tır. "Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)" ayetiyle hatırlatıldığı gibi insanın Allah'ın kendisine öğrettiğinin dışında hiçbir bilgisi yoktur. İnsan Allah'ın yoktan var ettiği, aciz bir varlıktır. İnsanın güç getirebildiği herşey Allah'ın kendisine ihsanda bulunmasıyla ve kuvvet vermesiyle gerçekleşmektedir.
 Allah'ın sınırsız aklı, sonsuz gücü ve bilgisinin yanında, aciz bir varlık olan insanın elde ettiği başarıları kendinden bilmesi büyük bir gaflet olur. Ancak ne var ki, bir kez büyüklenme iddiasına kapılan bir insan tüm bu gerçekleri bir anda unutmakta, yaptıklarından kendisine pay çıkarabilmektedir. Elde ettiği başarılarla enaniyete kapılıp ihlastan uzaklaşabilmektedir. Samimi bir mümine yakışan ise dünyanın en üstün yeteneklerine sahip, en akıllı, en mükemmel insanı da olsa asla bunları kendinden bilmemesi ve enaniyete kapılmamasıdır. Eğer sahip olduğu tüm bu nimetlere rağmen aczinin farkında olarak hareket ederse, Allah ona daha da güzel nimetler ihsan edecek ve bu ihlaslı tavrından dolayı onu rahmetine, rızasına ve cennetine kavuşturacaktır. Oysa insanların büyük bir bölümü dünya hayatının bir deneme olduğunu unutup, kendilerine bir sıkıntı isabet ettiğinde Allah'a yönelir, sonra bir nimete kavuştuklarında ise nankörlük ederler. Nimetleri kendi kabiliyetleri sayesinde elde ettiklerini, bunun kendi başarıları olduğunu düşünerek çok büyük bir yanılgıya düşerler..
Müslüman kendisi ne kadar salih amelde bulunmak istiyorsa, onların da aynı şekilde ecir kazanmalarını ve ahiretleri adına güzel işler yapabilmelerini istemelidir. "Bu işi yapabilecek en ehil kişi benim", "bu işi ne kadar iyi yapabileceğimi görsünler de ne kadar üstün meziyetlere sahip olduğumu daha iyi anlasınlar" ya da "bu işi ben üstleneyim ki müminlerin gözünde iyi bir prestij ve makam elde edeyim" gibi düşüncelerle hayırlı bir işi bir hırs konusu haline getirmek ihlasa uygun olmaz. Bunun yerine bu işte bir başka mümine öncelik tanıyıp, onun ne kadar üstün özelliklere sahip olduğunu ön plana çıkararak güzel ahlak göstermiş ve ihlaslı bir harekette bulunmuş olur.
 “Sen, eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’ânı dinlersen âlay-ı illyyîne çıkar, kâinâtın güzel bir takvimi olursun.” 

Sözler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder