6 Aralık 2013 Cuma

Hz.Yakup -Azrail

Hz. Yakup:
 - Ey ölüm meleği, ziyaret için mi, yoksa canımı almak için mi geldin?
 Hz. Azrail:
- Ziyaret için Hz. Yakup:
- Senden bir talebim var
- Nedir o?
- Ecelim yaklaştığı ve canımı almak istediğin zaman bana önceden bildirmendir.
 - Peki! Sana iki veya üç haberci gönderirim. Bundan bir zaman sonra Hz. Yakup'un eceli yaklaştı. Ölüm meleği gene geldi.
Hz. Yakup sordu:
 - Ziyaret maksadıyla mı geldin, yoksa canımı almak için mi?
Ölüm meleği:
 - Canını almak için!
 Hz. Yakup:
 - Hani ya, sen bana önceden haber verecektin, iki veya üç haberci gönderecektin? Ölüm meleği:
 - Ben dediğimi yaptım:
1- Saçların önceden siyah idi, beyazlaştı.
2- Vücudun önceden kuvvetli idi, sonra kuvvetten düştü.
3- Endamın önceden dik idi, şimdi kamburlaştı.
 Ey Yakup, işte bu üç şey, ölümden önce insan oğluna benim gönderdiğim habercilerimdir...

24 Kasım 2013 Pazar

Üzülme!

Üzülme!
Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.


Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.
Dr.Senai Demirci

Yüzü simsiyahtı!!

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki!Kaldı ki, kalbi bembeyazdı.Buna rağmen onu basite alanlar vardı.Dedi ki:
– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?– Asla!– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.
Efendimizin gence emri:– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…
Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:– Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar!Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!
Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
– Sen Saad mısın? buyurur.
– Evet, deyince de dua eder:
– Ceddine saadetler!
Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!Bir hayret nidası daha:– Allahü Ekber!Sonra döner, oradakilere hitap eder:– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!Ve hayret nidaları birbirini takip eder:– Allahü Ekber! Allahü Ekber!

28 Ekim 2013 Pazartesi

GERÇEK MÜCAHİT, “CANİ” OLAMAZ!

Suriye’de bazı cinayet şebekeleri “Mücahit” maskesi altında,
“Tekbir” getirerek, insanları işkence ediyorlar!
“Tekbir” getirerek, kulak ve burunları kesiyorlar!
“Tekbir” getirerek, insanların başlarını kesiyorlar!
“Tekbir” getirerek, insanları yakıyorlar!
“Tekbir” getirerek, katliam yapıyorlar!
Bu sözde “Mücahitler” tüm bu cinayetleri “İslam” adına işlediklerini dillendiriyorlar.
Peki İslam dininde, işkence yapmak caiz mi? Hayır!
Peki İslam dininde, kulak burun-kesmek caiz mi? Hayır!
Peki İslam dininde, insanları yakmak caiz mi? Hayır!
Peki İslam dininde, katliam yapmak caiz mi? mi? Hayır!
İslam dinine göre bu cinayetleri işlemek, kesinlikle haramdır. Bu gerçekten anlaşılıyor ki, sözde mücahitler, İslam’ı vahşetlerine alet ediyorlar.
Bu cinayet şebekeleri, emperyalistlerin kiralık katilleridir. Bu katiller, gerek işlemiş oldukları cinayetler ve gerekse İslam dinini lekeledikleri için cehennemin en alt tabakasına yuvarlanacaklar. Ayrıca cinayet şebekelerine yardım eden ve destek olanlar da, bu cinayetlerin ortaklarıdır. Allah’ın (c.c.) azap ve gazabına müstehak olacaklardır.
Biz Müslümanlara düşen görev, sözde mücahit maskesi altındaki bu kiralık katilleri ve destekçilerini iyi tanımalı, onların cinayetlerine ortak olmamalı ve İslam’ın lekelenmesine müsaade etmemeliyiz.
Abdullah Serhat

29 Eylül 2013 Pazar

Bediüzzaman Said Nursi'den Altın Sözler

Hiçbir Nur Talebesi yoktur ki, sınıfının en fazîletlisi, en çalışkanı olmasın.

Ya Rabbi, bana ve ihvanıma (kardeşlerime) iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. 

Böyle dehşetli bir asırda insanın en büyük meselesi imanını kurtarmak veya kaybetmek davasıdır.. 

Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!

İnsanın Allah'a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.

Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.

Senin gönlünü kıran olursa, "buna benim nefsim müstehaktır" de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle. 

Hased ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki: O hased, hased edeni yakar. 

İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.

Baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalalettir.

                                                                                          Bediüzzaman Said Nursi

12 Eylül 2013 Perşembe

Akıl sahipleri için ibretler vardır..

Kuşkusuz göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde
(dünyanın dönüşünde), akıl sahipleri için ibretler vardır. Onlar ayakta iken, otururken ve
yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaradılışını düşünürler
(ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Sen bunu boş yere (hikmetsiz) yaratmadın. Seni tenzih ederiz,
bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmran - 190 - 191)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Bu âyet-i okuyup da düşünmeyene (tefekkür etmeyene) yazıklar olsun! (Müslim)
İşte Kur’an’daki mânevî programlardan biri de bu âyet-i kerîmedir. Bu âyette, “göklerin ve yerin
yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde ve uzayıp kısalmasında nefsin
tutsağı olmayan akıl sahipleri için ibretler vardır” buyuruluyor.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Bir saatlik tefekkür (ibretle düşünme), bir yıllık (nâfile) ibâdetten hayırlıdır. (İbni Hibban)
Bir saatlik (yani bir anlık) düşünme ibâdeti, gafletle yapılan bir yıllık nâfile ibâdetten hayırlıdır.
Çünkü şeytani, dürtülerden, hayâl ve evhamlardan arınarak varlıklar âlemini tefekkür eden
kimsenin gönlü uyanır, îmanı taklitten tahkik (kesinlik) derecesine ulaşır ve gerçek mü’minlerden
olur. Bizler de îmanımızın tahkik derecesine ulaşması için bu âyetin ışığında önce üzerinde
yaşadığımız dünyaya, atmosfere ibretle bakalım ve sonra uzay yolculuğuna çıkalım.
Güneşin uydusu olan dünyanın ekvator çapı 12.756 km. ve toplam yüzey alanı 510.200 milyon km²
olup, bunun yüzde 70,8’i su ve yüzde 29,2’si karalarla kaplıdır.
Dünya saatte 1666 km. hızla 24 saatte kendi ekseni etrafında bir defa döner ve bu dönüşünden
gece-gündüz meydana gelir. Ancak dünyanın ekseni yerküresi ile güneş arasındaki doğruya tam
dik olmayıp 23,5 derece eğik olduğundan, sadece ekvator üzerinde gece ile gündüz her zaman eşit,
diğer yerlerde ise geceler ve gündüzler sürekli uzayıp kısalır. Bizler küçücük bir kaya parçasını
kaldırmada zorlanırken, dünya denilen bu dev kütleyi yaratan, uzay boşluğunda bir yörüngeye oturtan
ve 150 milyon km. uzaklıktaki güneşin çekim gücüne bağlayan Allah, gerçekten sonsuz ve sınırsız
güç sahibidir.

Hataların Silinmesi


Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Allah'ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söyleyeyim mi? Evet, ey Allah'ın Resulü, söyleyin! dediler. Bunun üzerine saydı:Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte bu ribâttır. İşte bu ribâttır. İşte bu ribâttır.
Müslim, Tahâret 41, (251); Muvatta, Sefer 55, (1,161); Tirmizi, Tahâret 39, (52); Nesâi, Tahâret 106.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Fitneyi Doğuran Sebepler

Fitneyle ilgili hadislerin iki kısımda ortaya çıktığını görmekteyiz. Birinci kısım, kulların iradesi dışında olup tamamen ilahi iradeye bağlıdır. Mesela; güneşin batıdan doğması, Deccal'in çıkması gibi. Bir de ortaya çıkmasında kulların iradesi esas olan fitneler vardır ki, bunlardaki amil, kulun kendisidir. Fitneyi doğuran sebeplerde, kulun iradesi sonucu ortaya çıkacak fitnelerin sebepleri araştırılmıştır.


1. Cehaletin Yaygınlaşması
Ebu Ümame (ra)'nin naklettiği bir hadiste Rasulullah (sav): “Öyle fitneler olacak ki, o zaman kişi mü'min olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacaktır. Ancak Allah'ın ilim vermek suretiyle ihya ettikleri müstesna “ buyurarak bilgili insanların hiçbir zaman fitnenin tuzağına düşmeyeceklerini haber vermiştir.


2. Alimlerin Bozulması
Abdullah b. Amr b. el-As (ra) diyor ki: Ben Rasulullah (sav)'ı şöyle söylerken işittim: “Allah ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kaldırmaz., bilakis alimlerin canlarını almak suretiyle ilmi kaldırır aralarında hiçbir âlim kalmaz da insanlar cahilleri önderler edinirler, onlara sorular sorarlar, onlar da bilgisizce fetva verirler ve böylece hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar. “
Ebu Hureyre (ra)'nin rivayetinde : “İlim öğrenip de onu gizleyen kimse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak getirilecektir” denilirken, İbn Ömer (ra)'in rivayetinde ise: “İlmi, âlimlere karşı övünmek yahut, sefihlerle mücadele etmek, insanların dikkatini üzerine çekmek için öğrenen kimseyi Allah cehenneme sokar” diye belirtilerek âlimlerin taşıdıkları sorumluluğa ve toplum üzerimde meydana getirecekleri kötü tesire işaret edilmektedir.


3. İdarecilerin Bozulması
Enes b. Malik (ra)'in naklettiği hadiste; “Enes der ki: Rasulullah (sav)'a; Ya Rasulullah İyiliği emretmeyi kötülükten sakındırmayı ne zaman terk ederiz? diye soruldu. Rasulullah (sav): “Sizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler, sizin içinizde de ortaya çıkınca “, diye buyurdu. “Bizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler nedir? “ dedik. Rasulullah (.sav): İdare küçüklerinizde, zina büyükleriniz arasında ve ilim de düşük insanlarınızda olmasıdır “ buyurdular.


4. Dini Münakaşaların Yapılması
Enes b. Malik (ra)'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: “Din üzerinde münakaşa yapıyorduk, yanımıza Hz. Peygamber (sav) geldi. Bizi münakaşa eder görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed'in ümmeti, nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyiniz. Bununla mı emir olundunuz? Bundan nehyedildiniz mi? Sizden öncekiler de bu sebepten yok olmadılar mı?Hayrı az olduğu için mücadeleyi terk ediniz. Münakaşayı terk ediniz, zira münakaşa kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münakaşayı terk ediniz, zira fitnesinden emin olunmaz. Münakaşayı terk ediniz, zira o (zihinlerde) şüphe oluşturur, amelleri yok eder. “


5. Dini hayatın zayıflaması
Hz. Ali (ra)'nin naklettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim şu on beş hasleti işlerse kendilerine bela iner. “ “Onlar nelerdir? “ diye sorulduğunda Rasulullah (sav) şöyle buyurdu : “Ganimet, muayyen kişiler arasında dolaştığı, emanet ganimet kabul edildiği, zekat ceza kabul edildiği zaman, kişi hanımına itaat edip annesine karşı geldiği, arkadaşına karşı iyi olup babasına cefa ettiği zaman, mescitlerde gürültüler yükseldiği, toplumun en aşağılık insanı onlara lider olduğu, şerrinden korkularak ki ile ikram edildiği, şaraplar içildiği, ipek giyildiği şarkıcı kızlar ve çalgı aletleri edinildiği bu ümmetin. soru evveline lanet ettiği zaman ya bir kızıl rüzgar yahut yere batma ve kılık değiştirme gibi bir bela beklesinler.


6. İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırmanın Terk edilmesi
Huzeyfe (ra)'nin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mutlaka iyiliği emredecek, kötülükten şiddetle sakındıracaksınız., (Eğer bunu yapmazsanız) Allah'ın yüce katından size bir azap göndermesi muhtemeldir. Bu durumda siz O'na dua edeceksiniz fakat O, sizin duanızı kabul etmeyecektir.'


7. Adaletin Terk edilmesi
Abdullah b. Amr b. el-As bir hadisi şöyle rivayet etmektedir: Rasulullah (sav)'ın etrafında halka olmuş oturuyorduk. Fitneden bahsetti ve şöyle dedi: “İnsanları; antlaşmaları bozulmuş, itimat ve güvenleri azalmış gördüğünüz zaman, (parmaklarını birbirine karıştırarak) halleri şöyle karmakarışık olur...”
Hırsızlık suçu işlemesinden dolayı eli kesilmesi gereken bir kadın için, affedilmesine aracı olmak isteyen Hz. Üsame'ye Peygamberimiz (sav): “Allah'ın koymuş olduğu ceza hakkında mı aracılık ediyorsun? “ demiş, sonra da bir hutbe irad ederek “Sizden önceki ümmetleri helak eden, soylu biri hırsızlık yapınca onu bırakmaları, zayıf biri yapınca ona ceza uygulamalarıdır. Allah'a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim” buyurmak suretiyle, bir toplumun devamı için adaletin ne derece önemli olduğunu belirtmiştir...A.ç


7 Mayıs 2013 Salı

Necip Fazıl Kısakürek


Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköy’e geçerken, yanına biri yaklaşıp;
“Üstad,” diye sormuş. “Peygamberlere ne gerek var, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik.”
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan cevabını vermiş:
“Ne diye vapura bindin ki? Yüzerek geçsene karşı kıyıya.”..

2 Mayıs 2013 Perşembe

Ey Türkler..! Ey Kürtler..!!!


Ey Türkler..! 

Ey Kürtler..!

 Ey Lazlar..! 

Ey Çerkezler..!

Habeşli BİLAL ve Farslı SELMAN

 Hz.MUHAMMED (s.a.v.) ile 

tanışınca KARDEŞ oldular .

Düşünün ,utanın,uyanın ve 

kucaklaşın.. !
                                Said Çamlıca

23 Nisan 2013 Salı

23 Nisan Aldatmacası!!!


Bugün 23 Nisan... “Neşe doluyor insan” demeyeceğim; çünkü neşemizi kaçıran öyle çok şey var ki... Bugün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Bugün Allah’a ait olan hakimiyetin beşere verilmesinin bayramı... Bugün çocuklarımızın ilahi hakikatlerden uzaklaştırılmasının bayramı...
Bu yazıda, bayram kutlamalarında icra edilen ve “insanı aptal yerine koyan ritüeller”e değinecek değilim. “Egemenlik hakkının Allah’a ait olması” üzerinde de duracak değilim. Sadece, milletin, “egemensin” sözüyle nasıl aldatıldığını ve “milli egemenlik” adı altında nasıl bir “ideoloji monarşizmi” kurulduğunu hatırlatmak istiyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın web sitesini açarsanız, hemen açılışta bir yazı göreceksiniz. Bu yazıya göre Devlet içinde en üstün buyurma kudreti olan milli egemenlik, millete ait. Milli egemenlik kişi veya zümre egemenliği ile, yani monarşik veya oligarşik yönetim biçimleriyle bağdaşamaz.
Ancak aynı yazıda vurgulanan ilk husus, Devletin, “Atatürk’ün devlet anlayışı”na göre dizayn edildiği. Devlet biçiminde ve egemenliğin kullanımında “monarşi”ye ve “oligarşi”ye karşı çıkılırken, devleti M. Kemal’in ilkelerine, anlayışına göre biçimlendirmek esas. Peki, bu monarji olmuyor mu? “Kemalist ideolojiye dayalı monarşi”nin sahiplerinin yönetimindeki devlet, aslında oligarşik bir sistemle yönetiliyor olmaz mı? Bunun yanına “lider sultası”nı da koyduğunuzda, “milli egemenlik”, bir aldatmacadan ibaret kalmaz mı?
Aynı yazıdaki ana hususlardan biri de, M. Kemal’in, ömrü boyunca milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalıştığı. Ancak devlet hâlâ “tek adam” felsefesi ve “Kemalist mantalite” ile yönetiliyorsa, bunu “milli egemenlik”le nasıl açıklayacağız? En başta M. Kemal, tam anlamıyla “tek adam” değil miydi? Nitekim M. Kemal’in en yakınındaki yazar Falih Rıfkı Atay, ünlü Çankaya adlı kitabında soruyor: “Atatürk diktatör müydü?” Hemen ardından kendi sorusunu kendisi şöyle cevaplıyor: “Rejimine bakarsanız, evet.”
Görüldüğü gibi uygulama, “milli egemenlik”in aldatmacadan ibaret olduğuna, arka plânda bir “ideoloji monarşizmi”nin hüküm sürdüğüne dair işaretler taşıyor.
Şimdi gelelim, 23 Nisan’ın nasıl “çocuk bayramı” haline geldiğine...
23 Nisan’ı bayram olarak çocuklara M. Kemal’in hediye ettiği söylenir ya, bu yalan! 1921’de gazi ve şehitlerin çocuklarının bakımını üstlenmek üzere Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulur. Bu kurum, 1929’da 23-29 Nisan günlerini “Çocuk Haftası”, 23 Nisan’ı da “Çocuk Bayramı” ilan eder. O tarihe kadar “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlanan 23 Nisan’da, bir de “Çocuk Bayramı” kutlanmaya başlanır. Yani M. Kemal’in çocuklara armağanı sözkonusu değil.
1979, UNESCO tarafından “Çocuk Yılı” ilan edilince, TRT Uluslararası Çocuk Şenliği düzenler ve böylece, 23 Nisan uluslararası düzeye çıkar.
1981’de 12 Eylül cuntası, Meclis’i kapattığından, “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlamanın komik olacağını görüp, 23 Nisan’ı sadece “Çocuk Bayramı” olarak anmayı kararlaştırır. Cunta sonrası ise 23 Nisan, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kutlanmaya başlanır. Yani Çocuk Bayramı, M. Kemal’in çocuklara armağanı değil, 12 Eylül Cuntasının eseridir.
Şimdi gelelim meselenin düğüm noktasına...
Madem ki bugün “ulusal egemenlik bayramı”, o halde bırakın da “rejimin nasıl olacağı”na, “devletin nasıl biçimlendirileceği”ne; “hukuki, siyasi, sosyal ve iktisadi sistemin neye göre düzenlenip nasıl işleyeceği”ne millet karar versin! Başta Kemalizm olmak üzere, “milletin kimlik ve kişilik değerlerine, inanç ve geleneklerine uygun olmayan ne varsa” tarihin raflarına kaldırılsın! Millet, “neye göre, nasıl yönetileceği”ne kendisi karar versin! Eğer gerçekten egemenlik millete ait ise...
Madem ki bugün “çocuk bayramı”, o halde çocuklarımız için şunları isteyelim:
Çocuklarımızı “itikadi ve ameli yönlerden İslam’a göre yetiştirme”mize engel olmayın! Kafalarını ve gönüllerini “Kemalist ideolojiye göre biçimlendirmeye son” verin. GDO’lu, hormonlu gıdalardan uzak tutup “sağlıklı beslenme”si için gerekli tedbirleri alın. “Geleceğe eşit şartlar altında ve eşit fırsatlardan yararlanarak hazırlanma”sı için milli geliri adaletli dağıtın. Onları “hayata hazırlayın”; eğitim ihtiyaçlarını nitelikli olarak giderin. Çocuklara “yaşanabilir bir ülke ve yaşanabilir bir çevre” bırakın. “Aklını kullanabilen, üretebilen, ufku açık, inancı sağlam, özgür ruhlu, hür beyinli, haramlardan kaçınan” bireyler olarak yetiştirin. Onların, “yeteneklerini gösterebilmesine ve geliştirebilmesine” fırsatlar oluşturun.
Artık Devlet, neyin bayram olup neyin olmayacağını, bayramların nasıl kutlanacağını belirlemesin. Millet, kendisi için neyin bayram olacağına kendisi karar verir ve kendi bayramını adam gibi kutlamasını çok iyi bilir.


                                                                                                                    Faruk Köse

16 Nisan 2013 Salı

Gaflet!!


Gaflet nedir? Cenab-ı Hakk-ı unutmaktır..
Sözlükte “gafil olmak, dikkatsizlik, ne yaptığını bilmemek” mânalarına gelir. Hadis Usulü ilminde fartu'l-gafle olarak da geçer...
Huzur nedir? Cenab-ı Hakk-ı hatırlamaktır..
Gaflet, Cenab-ı Hakk-ı unuttuğumuz, o yokmuş gibi davrandığımız zamanlarımızdır...
Gafletin zıttı ise huzurdur...
Huzur, Cenabı-ı Hakk-ı hatırlamak, O’nu anmak, her an ve her yerde hazır ve nâzır olduğunun şuurunda olmaktır...
Huzur nedir? Cenab-ı Hakk-ı hatırlamaktır...
Gaflet, Cenab-ı Hakk-ı unuttuğumuz, o yokmuş gibi davrandığımız zamanlarımızdır...
Gafletin zıttı ise huzurdur...
Huzur, Cenabı-ı Hakk-ı hatırlamak, O’nu anmak, her an ve her yerde hazır ve nâzır olduğunun şuurunda olmaktır...

Ahmaklara Duyrulur!!


Bir saniye önce var olan hayatın sona ermesinden sonra ki bir saniyede neler değişiyor da yaşayan, duyan, hisseden, düşünen, 38 derece gibi yüksek bir sıcaklıkta 60-80 sene bozulmayan bir vücut birkaç saat içinde tamamen işgal edilip, 7-8 hafta içinde de sadece bir kemik yığınına dönüşüyor?
Beden, yüz trilyon kadar hücreden müteşekkil büyük bir ülkedir. Ruh ise bu ülkenin değişmez sultanıdır.
Ruh bedeni terk etti mi, beden ülkesi harap olur gider. Bu hakikat bedenini doyurmak ve güzelleştirmekten başka şey düşünmeyip ruhunun ihtiyaçlarını ihmal eden gafil ahmaklara duyurulur...

8 Nisan 2013 Pazartesi

Anti-Siyonist

  • ŞEHADET

  • Şehadet Doruklara Doğru Sevdalanmak
  • Şehadet Dediğin Ebedi Saadet
  • Şehadet Sevgiliye Doğru Kanatlanmaktır
  • Şehadet Sevgiliye Varmak İçin Yarışmaktır
  • Şehadet Bir Tutku Bir Özlem Bize
  • Ey Şehadet Sen Bana Neden Nazlar Edersin

6 Nisan 2013 Cumartesi

Yusuf Süresi


1 - Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar sana o açık seçik kitabın âyetleridir.

2 - Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak indirdik.

3 - Sana bu Kur'ân'ı vahyetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.

4 - Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm."

5 - (Babası) "Yavrucuğum! "dedi, "rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın açıkça düşmanıdır."


Mukemmel ötesi bir okunuş tüyleri diken diken ediyor...(Allah razı olsun)..

Kin, Haset,Nefret...


Yaşlı adam buyuruyor:
Bakın evlatlar;Dev bir çınar ağacının gövdesinden giren dört kurt, 15 günde bu ağacı kurutur. İnsanın da dört kurdu vardır. Bunlar; kin, nefret, kıskançlık ve husumettir. Bu dört kurdu içimizden atmalıyız. Aksi takdirde, ne yaparsak yapalım, bu dört kurt bizi için için yer, bitirir...

Arkadaş!!!


Halife Me’mun şöyle buyurmuştur:
Arkadaş üçe ayrılır:
Birincisi gıda gibidir. Zaruridir, ona her zaman ihtiyaç duyulur.
Diğeri ilaç gibidir. Gerektiği vakit ihtiyaç duyulur.
Üçüncüsü ise hastalık gibidir. Kendisine asla ihtiyaç duyulmaz.
Bu üçüncü tip kişilerle kul imtihan halindedir. O öyle biridir ki ne ünsiyet kurulur ne de ondan faydalanılır. Birincisi ise Allah Teâlâ tarafından kuluna ihsan edilen bir nimettir...

Bronzlaşma Alışkanlığından Kansere..


İnsan vücudu çıplak olarak fazlaca güneş ışınlarına maruz kalırsa, güneşten gelen ultraviyole (morötesi) ışınlar; cilt hücrelerindeki DNA yapılarını deforme ederek, cilt kanseri riskini artırır. Yapılan araştırmalara göre, bronzlaşma amacıyla sahillerin bol güneşli mevsimlerde dolu olması, son yıllarda cilt kanserini büyük oranda artırmıştır. Uluslar Arası Kanser Araştırma Enstitüsünün verilerine göre, en çok artan kanser türü ise; çoğunlukla genç kadınlarda görülen ve ölüm oranı yüksek olan Melanoma türü cilt kanseridir. Dermatologlar, bu kanser türünden korunma çaresinin; “Bronzlaşma alışkanlıklarından uzaklaşmak” olduğunu belirtmektedirler.
Malum sıcaklar başladı,kanser olmamak için tek çare ÖRTÜNMEK 'tir...

1 Nisan 2013 Pazartesi

Alim ve Rıza


Yapılan işte netice alabilmek için Allah rızası için yapılması lazım. Niyet bu olmazsa sıkıntı olur, fayda yerine zarar hâsıl olur...
Âlimin mürekkebi kıyamet günü şehidin kanı ile tartılacak, âlimin mürekkebi ağır gelecektir; yani hangi mürekkeple kitap yazılmış, basılmış, dağıtılmış, okunmuşsa, bu mürekkep ağır gelecektir.

Bu dünyada imrenilecek iki insan vardır: Ya âlim, ilmiyle cehaletle savaşır, ya da zengin, çok parası var, fakirlikle savaşır
Allah-ü Teâlâ’nın rızası yolunda ilim kâfi değildir, ilmi ile amil olanlar kurtulacaklardır. İlmi ile amil olmak da kâfi değildir, sadece ihlâsla yapanlar kurtulacaklardır.

Cehalet


“Cehalet, mertebe sahiplerinin rütbesini, makam sahiplerinin de heybet ve büyüklüğünü küçültür.”

“Cehalet bir binektir ki,her kim binerse sürçer, her kim de ona arkadaş olursa dalalete,sapıklığa düşer.”

“Her kim göğüs bahçesine ilim ağacı dikerse, ululuk meyvesini;
Her kim züht ve takva ağacı dikerse, izzet meyvesini;
Her kim ihsan ağacı dikerse, muhabbet meyvesini;
Her kim fikir ve düşünce ağacı dikerse, hikmet meyvesini elde eder.
Her kim vakar ağacı dikerse, heybet meyvesini;
Her kim dostluk fidanını dikerse, selamet meyvesini;
Her kim kibir ağacını dikerse, öfke meyvesini;
Her kim hırs ve aç gözlülük fidanını dikerse, rezalet ve zillet meyvesini;
Her kim haset ağacını dikerse, hüzün ve keder meyvesini elde eder...

25 Mart 2013 Pazartesi

Hz.Peygamber'in Hz.Aişe (r.a) ile izdivacı


Hicretin birinci yılının sonunda Medine`de idari işler kısmi de olsa rayına oturduktan sonra, Sevgili Peygamber (sav), Mekke`de bulunan ehlini Medine`ye getirmeyi murad etti. Bunun için de Abdullah b.Uraykıt görevlendirildi. Abdullah, Hz. Peygamber (sav)`in ehliyle birlikte Hz. Ebubekir (ra)`in de ehlini selametle Medine`ye getirdi. Bu kervan içinde ...

Hicretin birinci yılının sonunda Medine’de idari işler kısmi de olsa rayına oturduktan sonra, Sevgili Peygamber (sav), Mekke’de bulunan ehlini Medine’ye getirmeyi murad etti. Bunun için de Abdullah b.Uraykıt görevlendirildi. Abdullah, Hz. Peygamber (sav)’in ehliyle birlikte Hz. Ebubekir (ra)’in de ehlini selametle Medine’ye getirdi. Bu kervan içinde Hz. Peygamber’in sevgili nişanlısı Hz. Aişe (r.anha) de bulunuyordu. Medine’nin havasına alışık olmamaları sebebiyle Hz. Aişe (r.anha) hastalandı. Bu hastalıktan şifa bulması ardında da Hz. Peygamber (sav) ile hayırlı izdivaçları gerçekleşti.
Bu hayırlı izdivaç, hicretin ikinci yılı şevval ayında gerçekleşti. Böylece şevval ayında evliliğin uğursuz olduğu tabusu da yıkılmış oldu. Hz. Aişe (r.anha), Allah’ın Peygamberiyle evlendiğinde iddiaların aksine 18 yaşlarında bulunuyordu. Her ne kadar bu tür tarihi ihtilaflar bizim konumuz değilse de; henüz dokuz yaşlarında bir kız çocukla evlenme hususu İslam düşmanlarının İslam Peygamberine saldırı malzemesi yapılmış ve hâşâ uygun olmayan yakıştırmalarla masum peygamberi dillerine dolamışlardır. Bu saldırıları her ne kadar müminler tarafında kaale alınmıyor olsa dahi, kimi saf dimağların istifhamlarla kirlenmesine sebebiyet vermektedir.
Bu nedenle bir kaç delil ile gerçek evlilik yaşlarının 17–18 civarında olduğunu ispatlamaya çalışacağız. Gerçi henüz dokuz yaşlarında iken evlenmiş olmaları ihtimali söz konusu olsa bile bu Araplar arasında kınanacak bir durum değildir. Çünkü o dönemlerde bu yaş, kızların erginlik yaşı olup aynı zamanda normal evlilik yaşı sayılmaktadır.
Sevgili Peygamber, kıymetli eşi Hz. Hadice (r.anha)’nin vefatlarından sonra geride kalan çocuklarıyla sıkıntılı anlar yaşıyorlardı. Onun bu durumuna şahid olan akrabası Havle binti Hâkim, Ona Hz. Aişe(r.anha)’yle evlenmesini teklif etti. Hz. Peygamber’in kabul etmesiyle Havle, arabulucu oldu. Ancak Hz. Aişe(r.anha), Cubeyr b.Mutim ile nişanlı bulunuyordu. Hz. Ebubekir (r.a), bu nişanı bozmasının uygun olmayacağını söyledi. Böylece Hz. Aişe(r.anha) ile evlilikleri şimdilik mümkün olmayınca Hz. Peygamber, dul ve yaşlı bir kadın olan Hz. Sevde ile evlendi. Daha sonra Cubeyr’in babası, Oğlunun Hz. Aişe(r.anha) ile evlenmesini engelleyerek nişanı bozdu. Bu nişanın bozulması ardından Hz. Ebubekir(r.a), Hz. Aişe’yi Hz. Peygamber’e nişanladı. Bu nişanları nübüvvetin onuncu yılanda gerçekleşmiş oldu.
Görüldüğü gibi Hz. Aişe, Allah’ın Peygamberiyle evlenmeden dört yıl önce evlilik çağına gelmiş ve Cubeyr b. Mutim ile nişanlanmıştı. Bozulan bu nişandan dört yıl sonra ancak Hz. Peygamber ile evlenmişler. Bu da onun evlendiği sıradaki gerçek yaşın 17–18 civarında olduğunu teyid etmektedir.
Araplar, normalde çocukların yaşlarına pek önem vermezlerdi. Ancak çocuk sonradan meşhur biri olunca yaş bilimcileri tarafından yaşları tespit edilirdi. Bu nedenle Hz. Aişe(r.anha)’nin de evlilik yaşında bu ihtilaf yaşanmıştır.
Hz. Aişe (r.anha)’nin beyanına göre Kamer süresi nazil olduğunda kendilerinin henüz evcilik oynayan bir kız olduğunu söyler. Bu da şu hakikati ortaya çıkarmaktadır:
Kamer süresi nübüvvetin dördüncü yılında nazil olduğu sırada Hz. Aişe(r.anha)’nin bunu hatırlayabilmesi ancak onun yaşının 5–6 yaş civarında olmasıyla mümkündür. Buna göre yine onun gerçek evlilik yaşı yukarıda belirtildiği şekilde oluğunu teyid etmektedir.
Hz. Ebubekir(r.a)’in büyük kızı Esma, Hz. Aişe’den 10 yaş daha büyük olduğunu ve Esma’nın hicret esnasında yaşının yirmi yedi olduğu kaynaklarda anlatılmaktadır. Buna göre; Hz. Aişe’nin de Hicret esnasındaki yaşının on yedi olduğuna dair bir şüphe kalmamış oluyor. Bununla beraber Hz. Esma, Hicri 73.yılında yüz yaşında iken vefat etmiştir. Bu da yine yukarıdaki iddiaları teyid etmektedir.
Yine kayıtlarda belirtildiğine göre Hz. Aişe(r.anha), toplam dokuz yıl Hz. Peygamber’le beraber yaşamıştır. Hakeza Allah Resulü’nün vefatları sırasında Hz. Aişe’nin yirmi yedi yaşlarında olduğu göz önünde bulunduracak olursak, mezkûr evlilik yaşının daha doğru olduğu anlaşılmaktadır.
Hâsılı bu bir kaç delil ile Hz. Aişe (r.anha)’nin gerçek evlilik yaşı anlaşılmış oluyor. İslam tarihinde bunun aksi olan rivayetlerin mevcut olması bu hakikatin inkârı manasında değildir. Bilakis tenakuz gibi görünen rivayetlerin birbirlerini teyid ettikleri kısa bir araştırmadan sonra anlaşıldığı vakidir. Bu kısa bilgiden sonra davetçiler için özellikle Hz. Aişe (r.anha)’nin ilmi, zekâsı, Hz. Peygamber (sav)’e olan düşkünlüğü ve Allah Resulünün ona sevgisi daha bir önem arz etmektedir.
Sevgili Peygamber (sav)’in her bir evliliğinde derin hikmetler bulunmaktadır. Hz. Aişe(r.anha) ile evliliklerinde en büyük hikmetin genç ve dinamik olması hasebiyle Hz. Aişe’nin Allah’ın Peygamberinde gördüğü ve duyduğu her şeyi hıfz etmesidir. Hakeza başkalarının muttali olmalarının zor olduğu Peygamberin özel durum ve aile hayatının ümmete aktarılmasında da yine Hz. Aişe annemizin rolünün büyük olduğu bilinmektedir.
Hz. Aişe(r.anha), 2210 Hadis rivayet etmiştir. Bu münasebetle Hulefai Raşidin döneminde Halifelere kadılık yapmış ve yeni meselelere karşı içtihatlarına itibar edilmiştir. Bu baptan ahkâmla ilgili rivayetlerin dörtte biri Hz. Aişe annemizin rivayetlerine dayandırılmaktadır. O her alanda külli bir ilme sahipti. Bir nevi Peygamberin kabinesinde kadınları temsil ediyordu. Onun aracılığıyla kadın fıkhının büyük bir bölümü vücud buldu.
Yine bu büyük kadın sayesinde İfk Hadisesi gibi şeytani bir komplo deşifre edilerek ümmet onunla imtihan olmakla birlikte terbiye edildi.
ÇIKARILACAK DERSLER
Hz. Peygamber (sav),in nikâhına aldıkları tüm hanımlarından sadece Hz. Aişe annemiz genç ve bakiredir. Onun genç, zeki ve iyi bir hafızaya sahip olmasıyla, Allah’ın Resulü tarafından iyice eğitilip istenilen şekilde terbiye edilmesi mümkün olmuştur. Bundan anlaşılıyor ki, İslam`ın istikbali için genç neslin eğitimine hassasiyetle önem vermek gerekmektedir. Özellikle genç bacılar Hz. Aişe annemizi örnek alarak eğitimlerine yoğunlaşmalıdırlar. İslam ümmeti bugün her zamandan daha çok yetişmiş bacılara ihtiyaç duymaktadır. Çünkü şer güçler, kadın silahıyla bugün büyük bir toplumsal yozlaşmayı sürdürmektedirler. Onların oyun ve desiselerini bozmak, kadının eğitilmesi ve nebevi bir terbiye ile yetiştirilmesiyle mümkündür.
Davetçi gençler, evlenirken ömür boyu kendileriyle beraber olacak arkadaşlarının seçimini iyi yapmalıdırlar. Özellikle davetlerinde kendilerine yardımcı olabilecek eşleri tercih etmelidirler. Unutulmamalıdır ki, uyumsuz bir eş, davetçi için büyük bir musibettir.
Hakeza davetçi bacılar da sağlıklı bir tercih ile dava cihetinde kendilerine yardımcı olabilecek eşleri tercih etmelidirler. Gençliğini Allah(cc)’a adamış bir genç inşaallah ailesini Allah(cc)’a yakınlaştırmakla Onun cennetine layık kılar.
İslam düşmanları, tarihi kayıtları her fırsatta çarpıtmak suretiyle saf zihinleri bulandırmak isterler. Davetçiler, bu hususta uyanık davranmalı ve kendi tarihine yeterince vakıf olmalıdırlar. Onların çürük iddialarını kavramalı ve saf zihinleri temizlemelidirler.
Şüphesiz Allah (cc), zalimlerin tuzaklarını akim bırakmaya kadirdir.
M. Bahattin Temel / İnzar Dergisi 

11 Mart 2013 Pazartesi

Eşek Anırınca Namaz Bozulur Mu?:)))

Caamide İmam vaaz verir ve Şöyle devam eder:
“Adamın biri çölde namaz kılacak, eşeği kaybolur. Abdest alacağı su da eşek ile kayıp. Sağa sola bakıp eşeği bulamayınca teyemmüm alır ve namaza durur. Namaza devam ederken birden eşeğin anırmasını duyar. Eşek anırınca, su da eşeğin üzerinde olduğundan dolayı adamın teyemmüm abdesti bozulur.”
İşte burada meşhur cümle söylenir:
“Dolayısıyla eşek anırınca namaz bozulur.”Adamın biri camiye gider. Girer girmez vaaz veren imamın “Eşek anırınca namaz bozulur” ifadesini duyar..Adam yanlış anlar ve böylece konuyu yanlış anlamış ve anlataya başlamış...
Bunu belirtmekte fayda görüyorum her insana Allah cc akıl vermiş..her insan kur-anı kerim'in yarısından çoğunun mealini anlayabilir, hele hadis-i  şeriflerin hepsini anlayabilir..Ne gereği var kulaktan duyma şeylere itibar ediyoruz..
Bugün, tarihte de örnekleri olduğu gibi, bazıları saf bir şekilde, meseleyi bilmediğinden dolayı, dini ölçüleri, Kuran ayetlerini ve hadisleri eksik anlamış ve anlatmıştır..Lütfen  kendimiz araştıralım okuyalım ve anlayalım yanlışlara mahal vermiyelim .
.Selam ve baki dua ile kalın..


9 Mart 2013 Cumartesi

Baykuşlar ve Nuşirevan

Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan tahta geçtiği ilk yıllarda, halka karşı o kadar zalim ve gaddarca davranmış, o kadar zevk-ü sefasına düşkünmüş ki, millet artık canından bıkar hale gelmiş, en ufak ses çıkaran olsa kellesi gidermiş. İşte bu zalim hükümdar Nuşirevan, bir gün maiyetiyle beraber ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki bir de veziri vardı. Avlanırken bir ara diğerlerinden ayrılan hükümdar, yanında veziri olduğu halde bir suyun başına varıp atından indi ve bir müddet istirahata çekildi. Yeşillikler üzerinde otururlarken, iki baykuş gelip yakınlarına kondu ve ötmeye başladılar. Baykuşların o nağmeleri Nuşirevan'ın hoşuna gitmiş olacak ki, vezirine: -İnsan şu kuşların dilinden anlasa da ne dediklerini bilse... Kimbilir bu kuşlar şimdi neler söylüyorlardır? dedi. Vezirin, derdini anlatması için büyük fırsat doğmuştu:-Sultanım ben bu kuşların ne dediklerini biliyorum. Eğer müsaade eder ve beni bağışlarsanız, bu kuşların ne söylediklerini size bildireyim, dedi. Nuşirevan, hayretle: -Gazabımdan emin olabilirsin, anlat, dedi. Vezir: -Sultanım affınıza sığınarak arzediyorum. Bu kuşların birisi, diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü de; tabiiyeti icabı kızımı sana veririm, yalnız başlık parası olarak bir harabe isterim, diyor. Oğlanın babası ise bu halinden memnun vaziyette; deliye bak, Nuşirevan hükümdar olduğu müddetçe, ben sana bir değil on harabe veririm. Yeter ki sen kızı oğluma ver diyor. İşte padişahım kuşların konuştukları bundan ibarettir, dedi. Nuşirevan vezirinden memnun olmuştu, ne demek istediğini anladı ve doğruca avdan sarayına dönerek, o andan itibaren hal ve vaziyetini tamamen değiştirdi. Öyle adil, öyle halkını gözetir oldu ki öleceği zaman Nuşirevan'ın memleketinde bir tane harabe kalmamış, her yer mâmur ve müreffeh olmuştu....

Serveti ile Övünmek!!!


    Harun Reşit ile Şakik-i Belhî Hazretleri sohbet ediyordu. Bir ara Hazret:
    - Ey Halife! Farz et ki büyük bir çölde kaybolmuşsun. Susuzluktan ölmek üzeresin. O anda birisi gelip elindeki su dolu kırbayı sana satmak istese kaç para verirsin? diye sordu.
    Halife gülerek:
    - Ne kadar isterse veririm, dedi.
    - Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?
    - Veririm.
    Hazreti Şakik, "Doğru söyledin" dedi ve devam etti:
    - Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir. Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve adeta ölecek hale gelsen, o anda yine birisi karşına çıkıp: "Seni tedavi edebilirim, ancak servetinin öbür yarısını isterim" dese, ne dersin?
    Halife hiç düşünmeden:
    - Elbette razı olurum, dedi.
    Bunun üzerine Şakik-i Belhî:
    - Öyleyse Ey Emirü'l Mü'minin! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme! Hiç kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme, buyurdu...
   Evet, insan gelirken beraberinde olmayan, giderken de beraber götüremediği servetine güvenmemeli, yıkılabilir dünyada kazandığı gibi her an kaybedebileceğini de unutmamalı, servetin kendisini değiştirmesine fırsat vermemelidir. Bir deprem, nice mamureleri bir anda virane haline getirebilir....

1 Mart 2013 Cuma

Şu Üç şey İnsan'a Fayda Verir!!!


Üç sey bir kimsede bulunursa,imanin tadini alir :
1- Allah'i ve Resulünü her seyden çok sevmek,
2- Sevdigini Allah için sevmek,
3- Küfre düsmekten,çok korkmak.
Ramuz :S/259


Şu üç sey, imanin esasindandir :
1- Kelime-i Tevhid,
2- Cihad,
3- Kadere iman.
Ramuz : S/259


Şu üç sey üzerine yemin ederim :
1- Sadakadan dolayi,asla mal eksilmez,
2- Affedeni Allah aziz eder,
3- Dilenene Allah fakirlik kapisini açar.
Ramuz : S/260


Üç seyi olmayan,Allah'tan ve benden uzaktir :
1- Hilm
2- Güzel ahlak
3- Vera (Haramdan son derece kaçinmak)
Ramuz : S/261


Seçkin kulun vasfi üç'tür :
1- Yalniz Allah'a kul olur,
2- Gönül hoslugu ile Zekâtini verir,
3- Nefsini tezkiye eder,temize çikarir.
Ramuz : S/262


Üç sey veya bunlardan biri kimde varsa,
diledigi kadar Huri kizi ile evlendirilir :
1- Gizli ve kiymetli emaneti sahibine veren,
2- Katil'i affeden,
3- Her namazdan sonra On defa iHLAS okuyan.
Ramuz : S/262


Allah, üç kimsenin yüzüne bakmaz :
1- Izarini sürüyerek yürüyen kibirliyi,
2- Verdigi$eyi basa kakani,
3- Malini yalan yeminle satani.
Ramuz :S/265


Üç kimse şeytan ve avanesinden korunur :
1- Allah'i geceli gündüzlü zikreden,
2- Seher vakti istigfar eden,
3- Allah korkusundan aglayan.
Ramuz :S/266


Üç kisiye Allah Cenneti Haram etmistir :
1- içkiye devam edene,
2- Ana-Babaya asi olana,
3- Ailesini korumayan=Deyyus'a.
Ramuz :S/269


Allah Tealâ üç seyi sevmez :
1- Kur'an okunurken konusmayi,
2- Yüksek sesle dua etmeyi,
3- Secdede dirsekleri yere yaymayi(Erk).
Ramuz :S/589


Ümmetin için en çok su üç seyden korkarim :
1- Nefsi hevanin delaleti,
2- Midenin istegi ve şehvete tabi olmak,
3- Dini husularda kendini begenmislik.
Ramuz :S/21

25 Şubat 2013 Pazartesi

Eyvah Kul Hakkı ve Cennete Girmek

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: 
Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular: 
-Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler. 
Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der. 
Allah Teâlâ da ötekine,
- Hakkını ver, buyurur. 
Adam, 
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der. 
Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur. 
Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der. 
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi. 
Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur. 
Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der. 
Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur. 
Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der. 
Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur. 
Adam, 
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince, 
Cenâb-ı Hakk, 
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur. 
Adam, 
-O halde ben bunu affettim, der. 
Allahü zû'l-Celâl hazretleri de, 
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur. 
Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, 
'Allah'tan korkun, Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır.

24 Şubat 2013 Pazar

Musa'nın Doğuşu-Firavunun Çöküşü


Firavun'un kahinleri, saltanatı yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun ölmemek için öldürmek sevdasına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocuklarını, kılıçtan geçirtmeye başladı.  Cellatlar; sokak sokak, ev ev dehşet ve ölüm saçıyorlardı.
Kadının biri, doğum sancıları başlayınca, mağaraya vardı ve çocuğunu orada dünyaya getirdi. Çocuğunun, gözünün önünde öldürülmesinden korktuğu için orada bırakarak evine döndü. Mukadderatı ile başbaşa kalan çocuğu, Cenab-ı Hakk'ın emriyle, Hz.Cebrail besleyip  büyüttü.
İlk fırsatta mağaraya koşan kadın, çocuğunu hayatta bulunca sevindi, onu emzirip doyurdu ve tekrar evine döndü. Günler  böylece geçerek küçük büyüdü ve sonunda Hz.Musa'nın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse bu çocuk oldu. Adı Musa.
Samira kabilesine mensup bulunduğu için, kendisine Samiri lakabı verilmiştir. Asalet olmayınca, Cebrail aleyhiselamın verdiği  gıdaya ihanet etti.
Diğer bir Musa da Allah'ın Kelimi, Peygamberi ve Firavun'un helakinin zahir planda sebebi oldu. Cenab-ı Hakk, onu Firavun'un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz.Musa'nın annesi, kalbine gelen bir ilhamla oğlunu bir sandık içine koyarak Nil'in akıntısına bıraktı. Nil'in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Asiye ile birlikte oturmakta bulunan Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. Derhal, içinden çıkan küçük Hz. Musa'yı öldürtmek için emir verdiyse de Asiye buna mani olarak:
- Benim için de, senin için de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faidesi dokunur, yahut onu evlat ediniriz, dedi.
Netice itibariyle Firavun'un büyüttüğü Musa; Peygamber oldu ve Firavun'un saltanatını yıktı. Bir Arab şairi, aslet olmayınca terbiyenin fayda vermeyeceğini dile getiriken:
Fe Musa'llezi rabbahü Cibrilü kafirün
Ve Musa'llezi rabbahü Fir'avnü mürselü
demiştir. Yani": (Asalet olmadığı için) Cebrail'in büyüttüğü Musa kafir oldu ve (asil bir soya sahip olduğu için) Firavun'un beslediği Musa ise Peygamberdir"

20 Şubat 2013 Çarşamba

Düşündüren Sözler


Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır.
Publilius Cyrus

Vicdan azabı, insanın içinde bir cehennemdir.
Byron 


Gelecekte doktorların hastalarına yazacakları reçete, müslümanların kıldığı namaz ve tuttuğu oruç olacaktır.
George Bernard


Öfkenin başlangıcı çılgınlık, sonu pişmanlıktır.
Thomas Carlyle

Kızan bir kimse, aklı başına gelince bu sefer de kendisine kızar.
Publilius Cyrus

Öfkenin ateşi önce sahibini yakar, sonra kıvılcımı düşmana ya varır, ya varmaz.
Sadî
En büyük mutluluk bir başkasını mutlu etmektir.
Victor Hugo

Cehennem azabına karşı iyiliği kendine siper edin.
Yusuf Has Hacip


Basit insanlar, sahip oldukları nimetin kıymetini, elden çıkmadan bilmezler.
Sophokles 

10 Şubat 2013 Pazar

14 Şubat Sevgililer Günü

Sevgili kardeşlerim 14 şubat(sevgililer günü) kutlamak islam dininde yeri,hükmü ve konumu yoktur.Bu hıristyanların adetlerindendir. 14 şubat bir papazın gençleri buluşturmasını kutlamak ve bir papazın ölümünü anmak gibi bir şey oluyor. Hatta bayram ilan edildiğine göre, onların bayramlarını kutlamak daha tehlikelidir.İslam dininde nikahsız sevgili olmaz caiz değildir.Ha eğer nikahlı ise  sadece 14 şubatta değil yılın her günü sevmeli, her günü ona muhabbet duymalıdır. Bir Müslüman kafirlerin adetlerine, kültürlerine, ahlaklarına, yaşam modellerine, bayram günlerine özenmenmemelidir. Müslüman, kafirlere muhalefet etmekle emrolunmuştur. Bu sebeple kafirlere benzemek,imani tehlikeye girer Allah bizi bu konuda korusun…Peygamberimiz (s.a.s) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor; Kim bir topluma benzemek isterse o da onlardandır.Başka bir hadiste;  Bizim yolumuz müşriklerin yoluna aykırıdır buyurmuştur..Sevgili kardeşlerim Seviyorsak temiz bir niyetle o sevgimizi bir güne değil her güne sığdıralım bu bizim dinimizinde gereği, yeterki dinimizi iyi anlayalım peygamberimizin sünnetini icra edelim ve dinimizin nasıl bir sevgi,şefkat dini olduğunu anlayalım. Sevdiklerimizi sadece 14 şubat gününde değil,hergün ve güzeli güzel sevelim..Hediyeleşmek güzeldir.Hediyeleşmek Peygamber Efendimizin sünnetidir. Çünkü hediye sevgiyi ve muhabbeti artırır,düşmanlığı giderir.Bunun için 14 şubatta değil her zaman ve sık sık hediyeşelim ..

7 Şubat 2013 Perşembe

Kalbin Tedavisi


Zatlardan biri bir topluluğun yanına uğradı. Baktı ki bir doktor, oradakilere bazı hastalıkları ve tedavi yollarını anlatıyor. Salih zat doktora sordu:
Bedenleri tedavi ediyorsun, peki ya hasta kalpleri de tedavi edebilir misin?
Doktor:
Evet! Ama bana kalbinin hastalığını söylemelisin, dedi. Salih zat şöyle dedi:
Günahlar kalbimi kararttı. Bu yüzden kalbim katılaştı. Bunun bir ilacı var mı?
Doktor şöyle dedi:
Böyle bir kalbin ilacı gece gündüz yüce Allah’a yalvarıp yakarmak, dua ve istiğfar etmek, hiç vakit kaybetmeden Aziz ve Gaffar olan Allah’a itaat ve ibadet etmeye yönelmek, tövbe edip af dilemektir. İşte bunlar hasta kalplerin ilacıdır. Şifa, gaybı bilen Allah-ü Teâlâ’dandır.
Salih zat bu sözler üzerine şöyle dedi:
Sen ne iyi doktorsun! Kalbimin ilacını doğru tespit ettin, deyince doktor:
Doğrusu bu, tövbe edenin, samimiyetle hatalarından dönenin ilacı ancak budur. Tövbeleri kabul eden Allah’a yönelmektir, demiş..

Nasreddin Hoca

Nasreddin Hoca, bahçesindeki incirleri satmak için pazara gider, o sırada bir kadın veresiye verirse alacağını söyler. Hoca kabul eder, bir tane inciri de kadına uzatır. Kadın almak istemez. Altı sene önce tutamadığı bir günlük orucun borcunu ödediğini, oruçlu olduğunu söyler. Hoca satmaktan vazgeçer ve şöyle der: Öyleyse hanım sana incir veremem. Allah’ın alacağını altı senede ödeyen kişi kulun alacağını kim bilir ne zaman verir!

Kamil İnsan Kimdir


Bir gün Abdullah ibni Mübarek r.a.’a sorulur:
Size göre kâmil insanlar kimlerdir?
 İbni Mübarek:
İlmiyle amel eden ihlâs sahibi âlimlerdir.
Peki, sizce gerçek hükümdarlar, yöneticiler kimlerdir?
Dünya sevgisini kalplerine koymayıp, zühd sahibi olanlardır.
Peki, sefil olanlar kimlerdir?
Mübarek r.a. bu soruya da şu cevabı verdi:
İlmini, amelini ve dinini kullanarak dünyalık peşinde koşan kimselerdir.

Hediye Etmek


Hz. Hüseyin r.a. bir adamın kendisi hakkında hoşlanmadığı bir şeyler konuştuğunu öğrenir. Bunun üzerine, içi taze hurmalarla dolu bir tepsi hazırlayıp adamın evine gelir ve kapıyı çalar.
Kapıyı açan adam, Hz. Hüseyin’i bir tepsi hurma ile karşısında görünce hayret eder. “Ey Peygamber torunu! Bu nedir?” diye sorar.
Hz. Hüseyin de şöyle der:
“Bunu al, sana getirdim. Hakkımda kötü konuşarak iyiliklerini bana hediye ettiğini öğrendim; ben de yaptığın iyilik karşılıksız kalmasın diye sana bunları getirdim.”

6 Şubat 2013 Çarşamba

Oduncu Ve Şeytan

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. ALLAH'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan meded beklerlerdi. Oduncu, bir gün: "Şunların ALLAH diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi ALLAH'a isyandan kurtarmış olurum" diye düşünerek ALLAH rızası için ağacı kesmeye karar verdi. Dağa doğru giderken karşısına acaip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu: - "Halkın ALLAH diye taparak ALLAH'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum" dedi. Adam, oduncuya: - Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı. Şeytan zahide: - Ey zahid, sen beni öldüremezsin. ALLAH bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi. Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar. Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü.. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında, altını gördü. Memnun olmuştu, ikinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce: - Seni sahtekâr seni, kandırdın değilmi beni?., diyerek üzerine hücum etti. Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan: - Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen ALLAH rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi ALLAH rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Risale-i Nurdan


İman ehli olarak bunu bilmeyenimiz yok. Bu fani hayatta ebeden kalamayacağımız ise gün gibi ortada. Nesillerin devr-i daimi ve hâlihazırdaki ahval-i âlem bunun en bariz kanıtıdır. İnkâr edenler de dâhil, bunun aksini söyleyebilecek hiçbir Allah (cc)`ın kulu olmaz, olamaz.
Ahiretimize Ne Kadar Çalışıyoruz
1-      “İnsan bir yolcudur. Sabavet(çocukluk)ten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğa devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Hâlbuki o levazımattan lâakal onda biri dünyevi hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir…”
Muhteşem bir yolculuktur söz konusu olan; çocukluk-gençlik-ihtiyarlık-kabir-haşir ve buradan da ebede doğru yürüyüş…
İman ehli olarak bunu bilmeyenimiz yok. Bu fani hayatta ebeden kalamayacağımız ise gün gibi ortada. Nesillerin devr-i daimi ve hâlihazırdaki ahval-i âlem bunun en bariz kanıtıdır. İnkâr edenler de dâhil, bunun aksini söyleyebilecek hiçbir Allah (cc)’ın kulu olmaz, olamaz.
Diğer bir hakikat ise, bizim bu âleme gelirken kendimizle beraber herhangi bir şey getirmediğimizdir. Biz gelirken bunlar vardı… Ve daha sonra tedricen sahiplenmeye giriştik. Bizim için olduğu gibi, bütün insanlık için be bu böyledir. Kimse kendisiyle herhangi bir şey getirmiş değildir… Biz de dâhil, var olan her şeyin bir sahibi, bir maliki vardır. Bu muhteşem mülk sahipsiz değildir. Şu halde biz de bize verilenler de bu Malik’ül-Mülke aittir. Biz malikimize aidiz. Bizde bulunan her şey emanettir. Ve belki bir maksad için verilmiştir. Öyle ise soralım kendimize:
-          Biz bu muazzam emaneti maksadına uygun kullanıyor muyuz, hak ve hukukunu gözetiyor muyuz, sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz?
-          Biz bu emanetin kaçta kaçını dünyaya ve kaçta kaçını ebedi hayata harcıyoruz? Üstad, onda biri dünyaya gerek, kalanı ise ahiret hayatı için kullanılmalı diyor. Ben hesaba başladım; siz de hesab ediniz, ahiretimize ne kadar çalışıyoruz…

Rızk Endişesi Bizi Vazifemizden Alıkoymamalı

2-      “Ey insan! Rahm-ı mader(ana rahmin)de iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor?...”
Evet, hiçbir mü`min rızk endişesiyle taat ve ibadatını aksatmamalı, ihmal etmemeli ve asla terk etmemeli. Kuşkusuz rızkının teminine çalışmalı, fakat rızık endişesi onu Rezzak’tan gafil bırakmamalı, aksine rızkını arama yolunda Allah (cc)’a daha fazla sığınmalı, Ona her zamankinden daha fazla inanıp tevekkül etmelidir.
İnsanın kendisine olsun, evlad u taallukatına olsun hayat malzemesini tedarik etmek Allah (cc)’ın vazifesidir. Hayatı veren O ise, O hayatı koruyacak levazımatı veren de O olacaktır.
Şu halde rızk endişesi mü`mini asli vazifelerinden alıkoymamalı…

Kıskançlık Mikrobu

3-      “Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hatta tembel olan adam çalışkanı sever. Zayıf olan kaviyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun…”
Bence bu müthiş bir tespittir. İnsanın olduğu her yerde, insandan ayrılmayan bu haslet vardır. Küçük ve adi işlerde ortaya çıktığı gibi büyük ve ala işlerde de ortaya çıkar. Sıradan insanlarda olduğu gibi büyük vazifeler üstlenmiş mümtaz insanlarda da ortaya çıkar.
Evet, hizmet ve hizmetin zahmeti zamanında hizmet ehli çalışkan insanı herkes sever. İslami hizmet sahasında bu durum çok daha belirgindir. Fakat işin dikkat çekici yanı, kıskançlık ve rekabet (olumsuz manadaki) mikrobunun en fazla görüldüğü saha da bu sahadır. Vazife dağılımı, ücret alımı veya ödül dağıtımı zamanlarında kıskançlık mikrobu çok daha fazla oynamaya başlar. Bu, doğru bir şey midir? Değil, elbet… Öyle ise ne yapmalı?
1-      İnsan, fıtratına kulak vermeli, nefsine değil…
2-      Hased, zemmedilmiş bir haslettir. ‘Ateşin odunu yediği gibi iyilikleri yer bitirir.’(hadis-i şerif) bu şuuru taze tutmak lazım.
3-      Hased yerine gıptaya sarılmalı. Gıpta olumlu manada rekabeti uyarır, kişiyi gayrete getirir, çalışmaya teşvik eder.
4-      Tevbe-i istiğfarla Allah (cc)’a sığınmalı, Ondan yardım istenmeli
5-      Taat ve ibadetler ile duaya daha bir ağırlık verilmeli…
6-      Hased edilen kardeşe karşı muhabbet duyguları beslemeli, kendisinin muvaffakiyeti için dua edilmeli, muhabbete vesile olacak hediyeleşme sünnetini ihya etmeli…
Bilinmeli ki, dini ve uhrevi iş ve hizmetler için dünya, bir fabrika gibidir. Buna yönelik kurulmuş… Burada yapılan iş ve ibadetlerin semeresi öteki âlemde verileceğinden, ibadetlerde rekabet edilmemelidir. İslam davası için yapılan hizmetlerin tamamı ibadet dairesindedir. Bundaki olumsuz rekabet, ihlâsı katleder, ihlâs kaybolur. Çünkü bu manadaki rekabet, ilahi rızadan ziyade insanların takdir ve tahsinini gözetir. Ve daha çok dünyevi karşılığını düşünür. Bu ise ihlâsın yokluğu yanında amelinin iptaline de sebep olur. Yazık!...

İnsana Verilmiş Kusur’un Hikmetlerinden Bazısı

4-      “İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlıkla nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi, insandaki kusur, kemalat-ı sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir…”
İnsan Üstad’ı okuyunca neredeyse kusurluluğuna şükredecek… Tabi bu öyle alelade bir şekilde değil, o kusurlarla Allah (cc)’a ve Onun nimetlerine, ibadetteki ihlâsa ve ubudiyet şuuruna ulaşıyorsa böyledir.
Mesela; açlık yetisi nimetlerdeki lezzetleri ortaya çıkarır. Tok insan lezzetlerden lezzet alamaz. Afrika’daki aç insanın bir lokma etmekten aldığı lezzetle, enseleri kalın, karınları şişik insan azmanı emperyalist vahşilerin aldığı lezzet aynı değildir.
İnsandaki kusur, Allah Sübhanehu’nun isim ve sıfatlarındaki kemal derecelerine yönelik birer mirsad, birer gözetleme ve dolayısıyla görme alet/vesilesidir. İnsan, kemale müştaktır. Bu vesileyle Allah (cc)’a yakınlaşır.
İnsandaki fakr, ilahi rahmet hazinlerinin zenginliğine yönelik en safi ve sade bir mikyastır, bir ölçüdür yani. Kendi fakrıyla insan Onun rahmetinin büyüklüğünü ve her şeyi ihata ettiğini ölçüp görebiliyor. Ona muhtaç olduğunu anlar, onun dergâhına yönelir bu vesileyle…
İnsandaki acz, Allah azze ve cellenin kudret ve kibriyasına bir mizan, bir tartıdır. Kendi aczinin farkına vardığı derecede Allah (cc)’ın kudret ve kibriyasını idrak edebilir. Acizliği onu kudret ve Kibriya sahibi Allah (cc)’a yöneltir, hidayet ve imanına vesile olur.
İnsandaki ihtiyaç çokluğu ve çeşitliliği ise, onu Allah (cc)’ın nimetleri ve ihsanlarına doğru çıkaran birer merdiven gibidir. İhtiyaç sahibi insan, bu ihtiyaçlara kökten çözüm verebilecek bir mercii arar, işte o merci Allah azze ve celledir. İnsanın bütün ihtiyaçları karşılayabilecek nimet ve ihsanlara malik olan sadece Odur…
Allah (cc)’a emanet olunuz…

İktibaslar, Mesnevi-i Nuriye’dendir.

 İnzar Dergisi

29 Ocak 2013 Salı

Uyanık Ol!!



  • Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.


  • Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır.
  • Kâfirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak olur.
  • Bir farzı vaktinde yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır.
  • Farzı bırakıp, nâfile ibâdetleri yapmak boşuna vakit geçirmektir.
  • Fazladan nafile ibadet yapmaktansa, günahlardan sakınmak daha efdaldir. Tıpkı bir farzın edasının, binlerce nafileden üstün olduğu gibi.
  • Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmiyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.

Benim Gözümle Bak


Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!
Tek Oku

Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.

Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.

25 Ocak 2013 Cuma

Anne-Baba Hakkı Ve Cehennem


Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün ekin sulayan bir kişi görüp,ona selâm vermek istedi. Hemen Cebrâil aleyhisselâm gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ona selâm verme! Cünkü o kimse Cehennemliktir...
Resûlullah efendimiz (s.a.s) de yüzünü çevirip onun yanindan geçti,gitti.Baska bir gün yine o kisiyi orada gördü.Bu defa selâm vermek istemedi.Fakat Cebrâil aleyhisselâm hemen gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ona selâm ver,hatirini sor,onunla müsâfeha eyle! Cünkü o Cennet ehlidir.
Resûlullah efendimiz (s.a.s) ona selâm verdi, hatirini sordu ve müsâfeha edip geçti gitti.Cebrâil aleyhisselâma sordu ki:
- Ey Cebrâil,bu kişinin hâli nedir? Cebrâil aleyhisselâm dedi ki:
- Yâ Resûlallah,Allah, bu kisiyi babasina ve anasina karsi geldigi için Cehennemlik kilmisti.Ancak bu gece babasi ve anasi ondan râzi olup yüzüne gülerek baktilar.Bu sebeple Allah, onu bağişlayip Cennetlik kildi.

İmam Gazali ve Ölüm


Bir gün öğrencileri İmam'ı Gazâli'ye, "Hocam! Ölüm nedir? Bize anlatır mısın?" demişler.
Velâyet nûru ile ölümünün çok yakın olduğunu sezen İmam'ı Gazâli, "Men lem yezuk, lem ya'rif" yani "Tatmayan bilmez ki! Önce kendim tadayım, sonra size anlatırım" demiş.
Öğrencileri; "Aman hocam! Öldükten sonra sizinle nasıl bağlantı kurarız" dediklerinde,
Gülümseyerek, yalnızca "İnşâAllah" diye cevap vermiş.
Gerçekten aradan çok geçmeden İmam'ı Gazâli ölümü tatmış ve öldüğü gece öğrencilerinin rüyâlarına gelerek,
"Allah dostları sözünü tutar. İşte, bugün ölümü tattım ve sözümü tutmak için rüyânıza geldim" demiş.
"Abdestimi tazeleyip, sabah namazını kıldıktan sonra, yalnızca odama çekildim ve ölüm meleği Azrâil'i beklemeğe başladım.
Lâilahe illallah diye zikir ederken, bir anda odamı nur kapladı ve bütün hücrelerim nur oldu.
Başımı kaldırıp yukarı baktım. O nur'un etkisi ile evimin tavanı cam gibi şeffaf olmuştu. Yattığım yerden yedi kat gökleri, melekleri, Cennet'i gördüm ve Cennet'teki bir melek bana, ya imam! İşte köşklerin, işte makamın diye Cennet'teki yerimi gösterdi.
Cennet'e bakarken, sevgili Rabbim'in İrci'ıy ilâ Rabbik (Rabbine dön) hitabını duydum. O anda ruhum Allah aşkı ile cezbeye gelip, beden kafesinden fırladı ve ben kendimi başka âlemlerde buldum.
Tekrar dünyaya döndüğümde, evimin çevresinde aşırı bir kalabalık gördüm. Onlara, ne var? Ne oldu? Niçin toplandınız? diye ısrarla sorduğum halde hiçbiri ne yüzüme baktı ne de bana bir cevap verdi.
İçeri girdim, hanımım ağlıyordu. Ona da aynı şeyleri sordum ama o da cevap vermeyince, az önce yatmakta olduğum odama girdim ve yerde yatan bedenimi görünce,
Hem öldüğümü, hem de insanların niçin benimle konuşmadığını anladım".
Bazı öğrencileri, "Hocam, yerde yatan bedenimi görünce öldüğümü anladım diyorsun. Peki sen başka, bedenin başka bir şey mi?"
İmam-ı Gazâli gülümseyerek, "İnsanın aslı, özü, gerçek ve kalıcı kişiliği Ruh'tur. Ruhsuz beden, kesilen kol, bacak gibi cansız bilinçsiz et, kemik yığınıdır".
Yine bazı öğrencileri, "Hocam, o daracık, karanlık kabirde Kıyâmete kadar nasıl yatacaksın?"
"Ah yavrum!" demiş. "Eğer kabirler dışarıdan göründüğü gibi dar, karanlık ve sıkıcı olsaydı, Allah dostları birer zindan mahkûmu gibi oraya atılır mıydı?
Ana karnına göre dünya ne kadar geniş, güzel ve aydınlık ise, dünyaya göre kabirlerimiz de çok daha geniş, güzel ve aydınlık" demiş ve sonra,
"Yakınlarım beni kabrimde bekliyor" diye ayrılıp gitmiş.

22 Ocak 2013 Salı

Peygamberimiz (s.a.s) Sözleri


İman iki eşit parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.

Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır.

Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.

Sonradan özür dilemeyi gerektiren şeyleri yapmaktan kaçınınız.

Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder.

Mazlumun bedduasından sakınınız. O dua ile ALLAH arasında perde yoktur.


Dostlukta da düşmanlıkta da aşırıya kaçmayın.

Bir gün birisiyle dost olduğunuzda, yarın onun bir düşman olabileceğini unutmayın.

İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.

İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olanıdır.

İnsan dilinin altında gizlidir.

Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. O zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın.

Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin.

Münafıklığın alameti üçtür : Konuştuğu zaman yalan söyler, vaat ettiği zaman sözünde durmaz, emanete hıyanet eder.

Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir.

Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.

Evlat kokusu cennet kokusudur.

Utanmak güzeldir ama kadınlarda olursa daha da güzel olur.
Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir.
Sakıvermeyen kendisine verdiğin kıymeti sana nle arkadaş olma.

Babalarınıza iyilik edin ki, oğullarınız da size iyilik etsin.

Siz kendiniz namuslu olun ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar.
Bela insanın diline bağlıdır. Bir kimse bir şeyi “yapmam” dedi mi, şeytan her işini bırakıp onu yaptırana kadar uğraşır.

Zengin, çok mala sahip olana denmez, zengin kalbi olana denir.
Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi miras bırakamaz.

Cahiller cesur olurlar.

İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.

Sana emanet edilen şeyi iyi sakla, birinin hıyanetine uğradığın zaman hoş gör ve hıyanete hıyanetlikle karşılık verme.

En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır.

Erdemin en büyüğü, seninle ilişkilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana kötülük edeni bağışlayıp, dost elini uzatmandır.