25 Şubat 2013 Pazartesi

Eyvah Kul Hakkı ve Cennete Girmek

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: 
Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular: 
-Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler. 
Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der. 
Allah Teâlâ da ötekine,
- Hakkını ver, buyurur. 
Adam, 
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der. 
Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur. 
Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der. 
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi. 
Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur. 
Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der. 
Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur. 
Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der. 
Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur. 
Adam, 
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince, 
Cenâb-ı Hakk, 
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur. 
Adam, 
-O halde ben bunu affettim, der. 
Allahü zû'l-Celâl hazretleri de, 
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur. 
Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, 
'Allah'tan korkun, Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır.

24 Şubat 2013 Pazar

Musa'nın Doğuşu-Firavunun Çöküşü


Firavun'un kahinleri, saltanatı yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun ölmemek için öldürmek sevdasına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocuklarını, kılıçtan geçirtmeye başladı.  Cellatlar; sokak sokak, ev ev dehşet ve ölüm saçıyorlardı.
Kadının biri, doğum sancıları başlayınca, mağaraya vardı ve çocuğunu orada dünyaya getirdi. Çocuğunun, gözünün önünde öldürülmesinden korktuğu için orada bırakarak evine döndü. Mukadderatı ile başbaşa kalan çocuğu, Cenab-ı Hakk'ın emriyle, Hz.Cebrail besleyip  büyüttü.
İlk fırsatta mağaraya koşan kadın, çocuğunu hayatta bulunca sevindi, onu emzirip doyurdu ve tekrar evine döndü. Günler  böylece geçerek küçük büyüdü ve sonunda Hz.Musa'nın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse bu çocuk oldu. Adı Musa.
Samira kabilesine mensup bulunduğu için, kendisine Samiri lakabı verilmiştir. Asalet olmayınca, Cebrail aleyhiselamın verdiği  gıdaya ihanet etti.
Diğer bir Musa da Allah'ın Kelimi, Peygamberi ve Firavun'un helakinin zahir planda sebebi oldu. Cenab-ı Hakk, onu Firavun'un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz.Musa'nın annesi, kalbine gelen bir ilhamla oğlunu bir sandık içine koyarak Nil'in akıntısına bıraktı. Nil'in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Asiye ile birlikte oturmakta bulunan Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. Derhal, içinden çıkan küçük Hz. Musa'yı öldürtmek için emir verdiyse de Asiye buna mani olarak:
- Benim için de, senin için de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faidesi dokunur, yahut onu evlat ediniriz, dedi.
Netice itibariyle Firavun'un büyüttüğü Musa; Peygamber oldu ve Firavun'un saltanatını yıktı. Bir Arab şairi, aslet olmayınca terbiyenin fayda vermeyeceğini dile getiriken:
Fe Musa'llezi rabbahü Cibrilü kafirün
Ve Musa'llezi rabbahü Fir'avnü mürselü
demiştir. Yani": (Asalet olmadığı için) Cebrail'in büyüttüğü Musa kafir oldu ve (asil bir soya sahip olduğu için) Firavun'un beslediği Musa ise Peygamberdir"

20 Şubat 2013 Çarşamba

Düşündüren Sözler


Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır.
Publilius Cyrus

Vicdan azabı, insanın içinde bir cehennemdir.
Byron 


Gelecekte doktorların hastalarına yazacakları reçete, müslümanların kıldığı namaz ve tuttuğu oruç olacaktır.
George Bernard


Öfkenin başlangıcı çılgınlık, sonu pişmanlıktır.
Thomas Carlyle

Kızan bir kimse, aklı başına gelince bu sefer de kendisine kızar.
Publilius Cyrus

Öfkenin ateşi önce sahibini yakar, sonra kıvılcımı düşmana ya varır, ya varmaz.
Sadî
En büyük mutluluk bir başkasını mutlu etmektir.
Victor Hugo

Cehennem azabına karşı iyiliği kendine siper edin.
Yusuf Has Hacip


Basit insanlar, sahip oldukları nimetin kıymetini, elden çıkmadan bilmezler.
Sophokles 

10 Şubat 2013 Pazar

14 Şubat Sevgililer Günü

Sevgili kardeşlerim 14 şubat(sevgililer günü) kutlamak islam dininde yeri,hükmü ve konumu yoktur.Bu hıristyanların adetlerindendir. 14 şubat bir papazın gençleri buluşturmasını kutlamak ve bir papazın ölümünü anmak gibi bir şey oluyor. Hatta bayram ilan edildiğine göre, onların bayramlarını kutlamak daha tehlikelidir.İslam dininde nikahsız sevgili olmaz caiz değildir.Ha eğer nikahlı ise  sadece 14 şubatta değil yılın her günü sevmeli, her günü ona muhabbet duymalıdır. Bir Müslüman kafirlerin adetlerine, kültürlerine, ahlaklarına, yaşam modellerine, bayram günlerine özenmenmemelidir. Müslüman, kafirlere muhalefet etmekle emrolunmuştur. Bu sebeple kafirlere benzemek,imani tehlikeye girer Allah bizi bu konuda korusun…Peygamberimiz (s.a.s) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor; Kim bir topluma benzemek isterse o da onlardandır.Başka bir hadiste;  Bizim yolumuz müşriklerin yoluna aykırıdır buyurmuştur..Sevgili kardeşlerim Seviyorsak temiz bir niyetle o sevgimizi bir güne değil her güne sığdıralım bu bizim dinimizinde gereği, yeterki dinimizi iyi anlayalım peygamberimizin sünnetini icra edelim ve dinimizin nasıl bir sevgi,şefkat dini olduğunu anlayalım. Sevdiklerimizi sadece 14 şubat gününde değil,hergün ve güzeli güzel sevelim..Hediyeleşmek güzeldir.Hediyeleşmek Peygamber Efendimizin sünnetidir. Çünkü hediye sevgiyi ve muhabbeti artırır,düşmanlığı giderir.Bunun için 14 şubatta değil her zaman ve sık sık hediyeşelim ..

7 Şubat 2013 Perşembe

Kalbin Tedavisi


Zatlardan biri bir topluluğun yanına uğradı. Baktı ki bir doktor, oradakilere bazı hastalıkları ve tedavi yollarını anlatıyor. Salih zat doktora sordu:
Bedenleri tedavi ediyorsun, peki ya hasta kalpleri de tedavi edebilir misin?
Doktor:
Evet! Ama bana kalbinin hastalığını söylemelisin, dedi. Salih zat şöyle dedi:
Günahlar kalbimi kararttı. Bu yüzden kalbim katılaştı. Bunun bir ilacı var mı?
Doktor şöyle dedi:
Böyle bir kalbin ilacı gece gündüz yüce Allah’a yalvarıp yakarmak, dua ve istiğfar etmek, hiç vakit kaybetmeden Aziz ve Gaffar olan Allah’a itaat ve ibadet etmeye yönelmek, tövbe edip af dilemektir. İşte bunlar hasta kalplerin ilacıdır. Şifa, gaybı bilen Allah-ü Teâlâ’dandır.
Salih zat bu sözler üzerine şöyle dedi:
Sen ne iyi doktorsun! Kalbimin ilacını doğru tespit ettin, deyince doktor:
Doğrusu bu, tövbe edenin, samimiyetle hatalarından dönenin ilacı ancak budur. Tövbeleri kabul eden Allah’a yönelmektir, demiş..

Nasreddin Hoca

Nasreddin Hoca, bahçesindeki incirleri satmak için pazara gider, o sırada bir kadın veresiye verirse alacağını söyler. Hoca kabul eder, bir tane inciri de kadına uzatır. Kadın almak istemez. Altı sene önce tutamadığı bir günlük orucun borcunu ödediğini, oruçlu olduğunu söyler. Hoca satmaktan vazgeçer ve şöyle der: Öyleyse hanım sana incir veremem. Allah’ın alacağını altı senede ödeyen kişi kulun alacağını kim bilir ne zaman verir!

Kamil İnsan Kimdir


Bir gün Abdullah ibni Mübarek r.a.’a sorulur:
Size göre kâmil insanlar kimlerdir?
 İbni Mübarek:
İlmiyle amel eden ihlâs sahibi âlimlerdir.
Peki, sizce gerçek hükümdarlar, yöneticiler kimlerdir?
Dünya sevgisini kalplerine koymayıp, zühd sahibi olanlardır.
Peki, sefil olanlar kimlerdir?
Mübarek r.a. bu soruya da şu cevabı verdi:
İlmini, amelini ve dinini kullanarak dünyalık peşinde koşan kimselerdir.

Hediye Etmek


Hz. Hüseyin r.a. bir adamın kendisi hakkında hoşlanmadığı bir şeyler konuştuğunu öğrenir. Bunun üzerine, içi taze hurmalarla dolu bir tepsi hazırlayıp adamın evine gelir ve kapıyı çalar.
Kapıyı açan adam, Hz. Hüseyin’i bir tepsi hurma ile karşısında görünce hayret eder. “Ey Peygamber torunu! Bu nedir?” diye sorar.
Hz. Hüseyin de şöyle der:
“Bunu al, sana getirdim. Hakkımda kötü konuşarak iyiliklerini bana hediye ettiğini öğrendim; ben de yaptığın iyilik karşılıksız kalmasın diye sana bunları getirdim.”

6 Şubat 2013 Çarşamba

Oduncu Ve Şeytan

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. ALLAH'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan meded beklerlerdi. Oduncu, bir gün: "Şunların ALLAH diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi ALLAH'a isyandan kurtarmış olurum" diye düşünerek ALLAH rızası için ağacı kesmeye karar verdi. Dağa doğru giderken karşısına acaip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu: - "Halkın ALLAH diye taparak ALLAH'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum" dedi. Adam, oduncuya: - Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı. Şeytan zahide: - Ey zahid, sen beni öldüremezsin. ALLAH bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi. Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar. Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü.. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında, altını gördü. Memnun olmuştu, ikinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştılar. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce: - Seni sahtekâr seni, kandırdın değilmi beni?., diyerek üzerine hücum etti. Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan: - Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen ALLAH rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi ALLAH rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Risale-i Nurdan


İman ehli olarak bunu bilmeyenimiz yok. Bu fani hayatta ebeden kalamayacağımız ise gün gibi ortada. Nesillerin devr-i daimi ve hâlihazırdaki ahval-i âlem bunun en bariz kanıtıdır. İnkâr edenler de dâhil, bunun aksini söyleyebilecek hiçbir Allah (cc)`ın kulu olmaz, olamaz.
Ahiretimize Ne Kadar Çalışıyoruz
1-      “İnsan bir yolcudur. Sabavet(çocukluk)ten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğa devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Hâlbuki o levazımattan lâakal onda biri dünyevi hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir…”
Muhteşem bir yolculuktur söz konusu olan; çocukluk-gençlik-ihtiyarlık-kabir-haşir ve buradan da ebede doğru yürüyüş…
İman ehli olarak bunu bilmeyenimiz yok. Bu fani hayatta ebeden kalamayacağımız ise gün gibi ortada. Nesillerin devr-i daimi ve hâlihazırdaki ahval-i âlem bunun en bariz kanıtıdır. İnkâr edenler de dâhil, bunun aksini söyleyebilecek hiçbir Allah (cc)’ın kulu olmaz, olamaz.
Diğer bir hakikat ise, bizim bu âleme gelirken kendimizle beraber herhangi bir şey getirmediğimizdir. Biz gelirken bunlar vardı… Ve daha sonra tedricen sahiplenmeye giriştik. Bizim için olduğu gibi, bütün insanlık için be bu böyledir. Kimse kendisiyle herhangi bir şey getirmiş değildir… Biz de dâhil, var olan her şeyin bir sahibi, bir maliki vardır. Bu muhteşem mülk sahipsiz değildir. Şu halde biz de bize verilenler de bu Malik’ül-Mülke aittir. Biz malikimize aidiz. Bizde bulunan her şey emanettir. Ve belki bir maksad için verilmiştir. Öyle ise soralım kendimize:
-          Biz bu muazzam emaneti maksadına uygun kullanıyor muyuz, hak ve hukukunu gözetiyor muyuz, sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz?
-          Biz bu emanetin kaçta kaçını dünyaya ve kaçta kaçını ebedi hayata harcıyoruz? Üstad, onda biri dünyaya gerek, kalanı ise ahiret hayatı için kullanılmalı diyor. Ben hesaba başladım; siz de hesab ediniz, ahiretimize ne kadar çalışıyoruz…

Rızk Endişesi Bizi Vazifemizden Alıkoymamalı

2-      “Ey insan! Rahm-ı mader(ana rahmin)de iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor?...”
Evet, hiçbir mü`min rızk endişesiyle taat ve ibadatını aksatmamalı, ihmal etmemeli ve asla terk etmemeli. Kuşkusuz rızkının teminine çalışmalı, fakat rızık endişesi onu Rezzak’tan gafil bırakmamalı, aksine rızkını arama yolunda Allah (cc)’a daha fazla sığınmalı, Ona her zamankinden daha fazla inanıp tevekkül etmelidir.
İnsanın kendisine olsun, evlad u taallukatına olsun hayat malzemesini tedarik etmek Allah (cc)’ın vazifesidir. Hayatı veren O ise, O hayatı koruyacak levazımatı veren de O olacaktır.
Şu halde rızk endişesi mü`mini asli vazifelerinden alıkoymamalı…

Kıskançlık Mikrobu

3-      “Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hatta tembel olan adam çalışkanı sever. Zayıf olan kaviyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun…”
Bence bu müthiş bir tespittir. İnsanın olduğu her yerde, insandan ayrılmayan bu haslet vardır. Küçük ve adi işlerde ortaya çıktığı gibi büyük ve ala işlerde de ortaya çıkar. Sıradan insanlarda olduğu gibi büyük vazifeler üstlenmiş mümtaz insanlarda da ortaya çıkar.
Evet, hizmet ve hizmetin zahmeti zamanında hizmet ehli çalışkan insanı herkes sever. İslami hizmet sahasında bu durum çok daha belirgindir. Fakat işin dikkat çekici yanı, kıskançlık ve rekabet (olumsuz manadaki) mikrobunun en fazla görüldüğü saha da bu sahadır. Vazife dağılımı, ücret alımı veya ödül dağıtımı zamanlarında kıskançlık mikrobu çok daha fazla oynamaya başlar. Bu, doğru bir şey midir? Değil, elbet… Öyle ise ne yapmalı?
1-      İnsan, fıtratına kulak vermeli, nefsine değil…
2-      Hased, zemmedilmiş bir haslettir. ‘Ateşin odunu yediği gibi iyilikleri yer bitirir.’(hadis-i şerif) bu şuuru taze tutmak lazım.
3-      Hased yerine gıptaya sarılmalı. Gıpta olumlu manada rekabeti uyarır, kişiyi gayrete getirir, çalışmaya teşvik eder.
4-      Tevbe-i istiğfarla Allah (cc)’a sığınmalı, Ondan yardım istenmeli
5-      Taat ve ibadetler ile duaya daha bir ağırlık verilmeli…
6-      Hased edilen kardeşe karşı muhabbet duyguları beslemeli, kendisinin muvaffakiyeti için dua edilmeli, muhabbete vesile olacak hediyeleşme sünnetini ihya etmeli…
Bilinmeli ki, dini ve uhrevi iş ve hizmetler için dünya, bir fabrika gibidir. Buna yönelik kurulmuş… Burada yapılan iş ve ibadetlerin semeresi öteki âlemde verileceğinden, ibadetlerde rekabet edilmemelidir. İslam davası için yapılan hizmetlerin tamamı ibadet dairesindedir. Bundaki olumsuz rekabet, ihlâsı katleder, ihlâs kaybolur. Çünkü bu manadaki rekabet, ilahi rızadan ziyade insanların takdir ve tahsinini gözetir. Ve daha çok dünyevi karşılığını düşünür. Bu ise ihlâsın yokluğu yanında amelinin iptaline de sebep olur. Yazık!...

İnsana Verilmiş Kusur’un Hikmetlerinden Bazısı

4-      “İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlıkla nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi, insandaki kusur, kemalat-ı sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir…”
İnsan Üstad’ı okuyunca neredeyse kusurluluğuna şükredecek… Tabi bu öyle alelade bir şekilde değil, o kusurlarla Allah (cc)’a ve Onun nimetlerine, ibadetteki ihlâsa ve ubudiyet şuuruna ulaşıyorsa böyledir.
Mesela; açlık yetisi nimetlerdeki lezzetleri ortaya çıkarır. Tok insan lezzetlerden lezzet alamaz. Afrika’daki aç insanın bir lokma etmekten aldığı lezzetle, enseleri kalın, karınları şişik insan azmanı emperyalist vahşilerin aldığı lezzet aynı değildir.
İnsandaki kusur, Allah Sübhanehu’nun isim ve sıfatlarındaki kemal derecelerine yönelik birer mirsad, birer gözetleme ve dolayısıyla görme alet/vesilesidir. İnsan, kemale müştaktır. Bu vesileyle Allah (cc)’a yakınlaşır.
İnsandaki fakr, ilahi rahmet hazinlerinin zenginliğine yönelik en safi ve sade bir mikyastır, bir ölçüdür yani. Kendi fakrıyla insan Onun rahmetinin büyüklüğünü ve her şeyi ihata ettiğini ölçüp görebiliyor. Ona muhtaç olduğunu anlar, onun dergâhına yönelir bu vesileyle…
İnsandaki acz, Allah azze ve cellenin kudret ve kibriyasına bir mizan, bir tartıdır. Kendi aczinin farkına vardığı derecede Allah (cc)’ın kudret ve kibriyasını idrak edebilir. Acizliği onu kudret ve Kibriya sahibi Allah (cc)’a yöneltir, hidayet ve imanına vesile olur.
İnsandaki ihtiyaç çokluğu ve çeşitliliği ise, onu Allah (cc)’ın nimetleri ve ihsanlarına doğru çıkaran birer merdiven gibidir. İhtiyaç sahibi insan, bu ihtiyaçlara kökten çözüm verebilecek bir mercii arar, işte o merci Allah azze ve celledir. İnsanın bütün ihtiyaçları karşılayabilecek nimet ve ihsanlara malik olan sadece Odur…
Allah (cc)’a emanet olunuz…

İktibaslar, Mesnevi-i Nuriye’dendir.

 İnzar Dergisi